2-Amatör/Profesyonel Fotoğrafçı Tanımının Değişmesi
Birçok hobi dalında amatörlük ve
profesyonellik kavramları vardır. Örneğin amatör balıkçı vardır, bir de bunun
yanında profesyonel balıkçı vardır. Amatör balıkçı tatil günü sabahın erken
saatlerinde çeşitli ulaşım araçlarıyla bir akarsu ya da deniz kenarına gider ve
akşama kadar orada 1 kilo ya da 2 kilo balık tutmak için bir zaman harcar. Ama
bu zamanı aslında sadece hobi olarak harcar. Çünkü gerçekte yaptığı mesleğinden
elde ettiği kazancıyla, tuttuğu ya da
tutacağı 1-2 kilo ağırlığındaki balığı marketten ya da balıkçıdan alabilecek gelir
düzeyindedir. Yani tuttuğu balığı satıp para kazanmak gibi bir derdi yoktur ve
balık tutamasa dahi hayat onun için devam eder. Ama o balığı kendisinin tutması
ona haz verdiği için bu hobi eylemini yapar ve bir sonraki hafta sonunu iple
çeker. Ayrıca bu hobisiyle ilgili etrafında bir kulüp ya da dernek varsa, diğer
üyelerin deneyimlerinden faydalanmak ya da kendi deneyimlerini diğer üyelerle paylaşmak
için de bu tip sivil toplum örgütlerine üye de olur.
Öte yandan küçük ya da büyük teknesiyle balığa
çıkan profesyonel balıkçı mümkün olan en fazla ağırlıktaki balığı tutmalıdır
ki; o balıkları satıp sandalına/teknesine mazot alabilsin ve evine ekmek
götürebilsin... O nedenle sandalı ya da teknesi çeşitli deniz muayenelerinden
geçer ve denize uygunluk belgesini alıp profesyonel balıkçılığın olmazsa olmaz
kuralı olan bir balıkçı kooperatifine üye olur. Sonuçta gerekli tüm yasal
işlemleri yaptıktan sonra bu mesleğini icra etmeye başlar. Sonuçta kazancının
vergisini de devlete öder. Devlet o alandan gelir elde ettiği için bu
bürokratik süreçten geçmesini özellikle ister. Özetle amatör balıkçının para
kazanmak gibi bir derdi yoktur, çünkü onun derdi tamamıyla yaptığı işten haz
duymaktır. Buna karşın profesyonel balıkçı, balık tutarak para kazanın kişidir,
çünkü hayatını bu şekilde idame ettirir.
Acaba fotoğrafta durum nasıldır? Eğer bu
soruyu bana 1980’lerda sorsaydınız, yukarıdaki paragraflarda “balıkçılıkla”
ilgili terimlerim yerine “fotoğrafçılık” terimlerini yazıp yanıtlardım. Yani o
dönemde amatör fotoğrafçıların para kazanmak gibi bir derdi yoktu, çünkü bu
hobiyi haz alarak yaparlardı, buna karşın profesyonel fotoğrafçıların para
kazanmak gibi bir dertleri vardı, çünkü kazandıkları bu paralarla hayatlarını
idame ettirirlerdi. Sonuçta her iki taraf ayrışmış durumdaydı, hiçbiri
birbirinin alanına girmezdi ve normali de buydu.
Ama bu soruyu bana bugün sorarsanız
artık Türkiye’de amatör/profesyonel fotoğrafçı ayrımının kalmadığını her iki
kavramın da birbirinin içine girdiğini, sokakta elinde DSLR fotoğraf makinesi
gördüğünüz hemen hemen herkesin hem amatör hem de profesyonel fotoğrafçı olduğunu
rahatlıkla söyleyebilirim. Aklımıza şu sorular gelebilir? Neden amatörler
profesyonel işlere soyunuyorlar ya da profesyoneller amatörlerin alanı
içerisine giren fotoğraf yarışmalarına katılıyorlar? İsterseniz önce ilk
sorudan yani “Neden amatörler profesyonel işlere soyunuyorlar?” sorusuna cevap
vereyim. Aslında cevap gayet basittir; Para, para para…
Çünkü günümüzde insanların ihtiyaçları
eskiye göre artmıştır. Günümüz insanı artık her şeye sahip olmak istemektedir.
Hatta sahip olmak istediği eşya ona çok gerekli olmasa bile hedonist bir
tavırla ona sahip olmaktan haz duymak istemektedir. Çünkü toplumdaki genel
görüş şudur; “onda varsa bende de neden olmasın, benim ondan neyim eksik?” Peki…
Eskiden böyle miydi? Kesinlik “hayır”... 1970’lerde sadece Türkiye’de değil tüm
dünyadaki orta sınıf insanlar öncelikle temel ihtiyaçlarını dönük tüketim
yaparlardı. Örneğin; benim çocukluğumda evimizdeki tek lüks eşya buzdolabıydı.
Dolayısıyla ödediğimiz tek fatura da elektrik faturasıydı. Daha sonra hem
ülkemiz gelişti hem de ihtiyaçlarımız çeşitlendi ve sonunda; 70’li yıllarda
televizyon, fırın, 80’li yıllarda çamaşır makinesi, ev telefonu, 90’lı yıllarda
bulaşık makinesi, doğal gaz, masaüstü bilgisayar, oyun konsolu, cep telefonu ve
2000’li yıllarda otomobil, dizüstü bilgisayar, tablet bilgisayar, çamaşır
kurutma makinesi, mikro dalga fırın, derin dondurucu, internet, kablo tv ve
buna benzer modern eşyalar ve sistemler hayatımıza girdi ve eve gelen faturalar
da kabardı. Ancak burada bir sorun vardı. O sorun da şuydu; insanların
gelirleri reel olarak artmamıştı, alım gücü pek değişmemişti, yani eve giren
para; aslında enflasyon rakamlarından arındırıldığında aynıydı. Ama ihtiyaçlar
çok fazla artmıştı.
Doğal olarak 2000’li yıllara
geldiğimizde artık etik değerler de yerle bir oldu ve insanlar da her şeyden para
kazanma isteği öne çıkmaya başladı. Örneğin; yaptığı işten yeterli para
kazanamadığı için ikinci bir iş yapmak, o güne kadar çalışma hayatının
merkezinde olmayan evin hanımının da çalışmaya başlaması gibi. Tabii ki bu para
kazanma isteği insanların hobilerine
kadar yansıdı. Çok iyi hatırlarım 1980’li yılların ortalarında İFSAK’a gelen
bir amatörün derdi; fotoğraf sanatçısı olmak ve fotoğraf adına ürettiği projele
ya da sergilerini geniş halk kitleleriyle paylaşmaktı. Bugün ise aynı derneğe
gelen bir amatörün tek bir derdi var; o da para kazanmak… Dolayısıyla 2000’li
yılların ortalarında birçok amatör fotoğrafçı başta hobi olarak başladığı
fotoğraftan para kazanabileceğini gördü ve deyim yerindeyse profesyonellerin
ayağına basarak onların iş alanlarından pay kapmaya başladı. Artık kimisi doğum
fotoğrafçısı, kimisi düğün fotoğrafçısı kimisi ise her şeyin fotoğrafçısı oldu!
Ama bunu yaparken etik davranmayıp fiyat düşürerek hem profesyonel
fotoğrafçının ayağına hem de kendi ayağına deyim yerindeyse “kurşun sıktı”... Sonuçta
amatör fotoğrafçılık kavramı gitgide içi boş bir kavram haline geldi ve
tamamıyla boşaldı.
Bunun tam tersini de profesyonel
fotoğrafçılarda gördük. Bu tip bir üniversal eğitim almış olsun ya da olmasın
profesyonel fotoğrafçı sayısı ülkemizde hızla bir şekilde arttı. İşsiz kalan
mühendis, işinden sıkılan bankacı, işinde daha fazla yükselemeyeceğini gören
reklamcı, sevmediği bir bölümü bitirdiği için o mesleği yapmayanlar ve birçok
mesleksiz insan fotoğraftan para kazanılabileceğini gördü. Hatta devletin bu
tip iş yapanlardan vergi dışında herhangi bir yeterlilik belgesi istememesi de
bu işin cazibesini artırdı. Fakat fotoğraf piyasasında profesyonel
fotoğrafçıların nicelik artışıyla paralel bir iş hacmi artışı olmadı. Aslında
batıda olduğu gibi moda fotoğrafçısı, mimari fotoğrafçı, tanıtım fotoğrafçısı,
yemek fotoğrafçısı, su altı fotoğrafçısı ya da hava fotoğrafçısı gibi bir
uzmanlıkları da olmadıkları için (çok az sayıdaki uzmanlaşmış profesyonel fotoğrafçıyı
bu grubun dışında tutuyorum) “her işi/fotoğrafı çekerim abi” felsefesi bu
alanda da hâkimiyetini gösterdi. Sonuçta ortadaki çok az büyüyen pastadan daha
fazla tatmak isteyenler, rekabet için fiyat düşürmek zorunda kaldılar. Bir de
bunlara amatör fotoğrafçıların fiyat düşürmeleri de eklendiğinde fotoğraf
piyasasında zamanında isim yapmış büyüklerimiz dahi iş yapamaz hale geldiler.
İşte zurnanın “zırt” dediği yer de
burası oldu. Bu sefer profesyonel fotoğrafçılar da amatörlerin alanı olan
fotoğraf yarışmalarına katılmaya başladılar. Çünkü ödül rakamları o kadar uçuk
rakamlara çıkmıştı ki neredeyse ödül verme konusunda sanki ülkemizde bir açık
artırma varmış gibi her bir yarışma, bir önce yapılan
yarışmadan daha fazla ödül vermeye başladı. İşte profesyonel fotoğrafçıların
fotoğraf yarışmalarına girmeye başlaması da bu şekilde gerçekleşti. Yani para
çok tatlı geldi. Dolayısıyla bu yazının en başında da belirttiğim üzere
amatör/profesyonel fotoğrafçı kavramları birbirinin içerisine girdi. Ancak bu
yazıyı okuyan gerçek amatör ve gerçek profesyoneller lütfen alınmasınlar. Onlar
zaten kendilerini bildikleri için burada top yekûn bir irdeleme yapıyorum.
Tabii ki sadece sanatsal çalışmalar yapan amatör fotoğrafçılar yani sanatçı
adayları/sanatçılar hala var. Tabii ki sadece tanıtım reklam alanlarında
çalışmalar yapan profesyonel fotoğrafçılar hala var. Ama ortada bir gerçek de
var. O da ülkemizde amatör fotoğrafçıyla profesyonel fotoğrafçı kavramının
artık içi çe geçtiği… Zaten elle tutulur fotoğrafla ilgili amatör ya da
profesyonel fotoğrafçıların haklarını koruyacak ya da düzenleyecek bir kurum da
olmadığı için bu yaranın ileride daha da büyüyeceği tahmininde bulunmak için
müneccim olmaya gerek olmadığını düşünüyorum.